Kadına ve erkeğe farklı roller verilmiş olsa da  insanın yaratılış gayesi kulluktur. “Ben cinleri ve insanları, başka bir gaye için değil; ancak Beni Rabb olarak tanımaları ve yalnızca Bana kulluk (ibadet) ve itaat etmeleri için yarattım.”(Zariyat:56)

 

Hiç kuşkusuz rollerin farklılığı bir üstünlük sebebi değildir; zira Allah katında üstünlük derecesinin ölçüsü takvadır.

Aynı zamanda rolleri doğru anlayıp, doğru şekilde ifa etmek yaratılış gayesiyle uyum açısından önemlidir. Değilse kişi haktan sapmış olur.

Yaradılış gayesi ekseninde yaşayalım diye mükellef tutulduğumuz dinin üç ana esası vardır: İman, amel ve ahlak. Hayata dair ne varsa her şeyin bu eksen içerisinde olması Müslüman için zorunluluktur.

İslam’ın ana hedefi erdemli insan, sağlam aile ve nihayetinde erdemli toplum oluşturmaktır. Hiç kuşkusuz erdemli insan ve erdemli toplum için imandan sonra en önemli şey ahlaktır! Bu sebeple ilk inen ayetlerde tevhitten sonra en çok ahlaki ilkelere vurgu yapılmıştır.

Mekke dönemine bakıldığında  ahlakın, iffetin yerlerde süründüğü bir ortamda inen ayetlerle terbiye ile değişimin neticesinde “Erdemli” bir toplum meydana geldi. Çünkü onlar dünya ve içindekileri Allah’ın “IKRA” ayetiyle okuyor, düşünce sistemlerini vahiyle düzenliyor,

ahlaklarını inen ayetlerle şekillendiriyorlardı. Onlar  önce nefislerini, ahlaklarını Kur’an ile terbiye ettiler. Sonra evlerini içinde Allah’ın ayetlerinin okunduğu  ve hikmetlerin yakalandığı birer meskene çevirdiler…

Onlar erkeği ve kadınıyla; genci ve ihtiyarıyla  Allah’ın kendileri için razı olduğu rolden/sorumluluktan/hayattan/yaşantıdan /ahlaktan razıydılar. Zaten mümin ve müslim olmanın şartı da buydu!

Öyle ki yaşadıkları çağın adı Asr-ı Saadet yani ‘mutluluk asrı' oldu. Hayatlarının icap ettirdiği her şeyde İslam ahlakı hakim olduğu için fitne, fesat, çirkeflik yayılmaya yol bulamıyordu…

 

Ya şimdi? Kur’an ve sünnet aynı şekilde elimizdeyken neden iç dünyamızı ve dış dünyamızı onlar gibi ve onlar kadar aydınlatmıyor, şekillendirmiyor?.

Her geçen gün artan tavizlerin sebebi  nedir?

Niçin savrulmaların önüne geçilemiyor? Dün hassas olunan konular bugün neden hassasiyetini yitirmiş durumdadır? Batıl olan her şeyden beri olmak, beraatini ilan etmek imani bir meseleyken hangi gerekçe ile batıl ile kol kola girilebilinmektedir?

Tesettürü adeta yolunmuş kuşa çevirmek hangi düşüncenin ürünüdür?

 

Yaşadığımız çağda fitnenin, fuhşuyatın önüne geçilemiyor neden?

Ahlaki yozlaşmanın, savrulmanın nerede duracağı belli olmayan bir dönemden geçiyoruz! İnsan için zaruriyattan olan can, mal, nesil, akıl ve din emniyetinin hakim olmadığı yerlerde nefsin ve neslin korunaklı olması mümkün değildir. “ Hak ile meşgul olmazsan batıl seni işgal eder.” (İmam Şafi. R.aleyh) sözünün hayat bulmuş haline döndü ahlakımız. Kur’an ile beslenmeyince batıl olanı ahlakımızı işgal etti…

 

Ahlakı yozlaşmanın sebepleri pek çoktur. Lakin başlıcalarını şöyle sıralamak mümkündür:

 

1: Düşüncenin Tevhid ve Takva Ekseninden Kayması!

Bir meseleyi sonuçlandırmak ya da belirsiz bir konuyu aydınlatmak için yapılan zihinsel faaliyet sonucu bir kanaate ulaşmaya düşünmek denir.TDK'ya göre ‘Düşünmek’ kelimesinin iki farklı anlamı vardır: 

İlk Anlamı:Bir konu hakkında bilgi edinmeye çalışmak! Düşünce için bilgiye,

doğru bilgi için de bilginin kaynağına ihtiyaç vardır. Bilgi düşünceyi, düşünce ise hayatı, amelleri/eylemleri şekillendirir. O halde bir Müslüman bilgiyi nerden alacağına bakmak zorundadır. İslam’da bilginin kaynağı açık ve nettir: Kur’an ve sünnet. Arapça’da bilginin iki karşılığı var: Zan ve ilim!

Zan; sanı, tahmin, kuruntu anlamındadır. Ayeti kerimede şöyle buyrulmuştur:

Onların (Hakk’tan sapan ve bâtıla sığınan münafıkların) çoğunluğu, zandan (ve boş kuruntudan) başkasına uymamaktadırlar. Gerçekte zan ise, Hakk’tan hiçbir şeyi sağlayamaz. (Kuru zan ve tahminler gerçek sayılamaz.”(Yunus 36)

Düşüncenin kaynağı iman eksenli olamayınca, eylemler de İslam eksenli olamıyor.

Kişiliğin dışa vurumu olan ahlakın şekillendiği kaynak Kur’an ve sünnet olmayınca İslami kişiliğin oluşması mümkün değildir. İlim yoksa cehalet vardır, zan vardır. Düşüncelerimizi şekillendiren kaynak televizyon, sosyal medya, sokak, çevre, gelenek vb.  nerden beslenirse beslensin herhangi bir ehemmiyeti yoktur İslam nazarında, cehalettir! TDK’ye göre düşüncenin ikinci anlamı: Birini ya da bir olayı aklından geçirmek. Bunda da adil ve doğru kanaate varmak için yine İslam’ın kıstaslarına ihtiyaç vardır. Değilse ilimden uzak zan ve heva ile varılacak bir sonuç zulüm ve haksızlığı beraberinde getirecek ahlaki olmayan bir davranışı doğuracaktır. İslam bir disiplin dinidir ve Allah hiçbir konuda kulunu başıboş bırakmamıştır. İlmi dayanağı olmayan düşünceler fıkıhsızlığı beraberinde getirdi. Fıkıhsızlık ise ahlaki yozlaşmanın bir nedenidir.

2: Ailelerin Tevhid Üzere Kurulamaması

Aile toplumun mihenk taşıdır.”Ey iman edenler, kendinizi ve ehlinizi (ailenizi, neslinizi, kardeşlerinizi, eliniz ve emriniz altındaki kimseleri cehennemdeki) ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır…”(Tahrim 6) Çocuğun ilk okulu aile yuvasıdır. İmanı, ameli, edebi öğrendiği ilk okul! Bu okulda hanımın hocası, kocasıdır. Çocukların hocası da “ANA” olan kadındır. Zan ile değil ilim ile yetiştirirler nesillerini…

Şimdi çocukları kim yetiştiriyor? Çizgi filmler, sosyal medya, fıtrata aykırı sözüm ona eğitim (!) sistemleri. Şeytan ve uşakları çocuklardan payını almak için her türlü sübliminal mesajı vermekten geri durmazken zanlarla hareket edilmesi, önlem alınmaması ailelerimizi ilim yuvası olmaktan çıkardı. Ahlak ve edebin temelinin atılamadığı yuvalara dönüştü…

3: Okulların Karma Olması

Çağdaşlık adına kız ve erkek çocukların aynı sınıf aynı sıraları paylaşmaları,

kadın erkek ilişkilerinde seviyesizliği beraberinde getiriyor. Bununla beraber verilen derslerin vahiy ekseninden olmaması neslimizi kendine uzaklaştırıyor.

4: Beşeri Sistemler

Allah (cc) beşeri sistemlerin ekini ve nesli bozduğunu bildirerek bizi uyarmıştı:

İnsanlardan öyleleri de vardır ki; dünya ha­yatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hattâ böylesi kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o ha­sımların en yamanıdır."(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir.”(Bakara;204-205) Bu ayetleri  rahmetli Ali KÜÇÜK hoca tefsirinde şöyle açıklamış:

 

“İşte bu adam 'tevellâ’ edince... Bunun anlayabildiğimiz kada­rıyla iki mânâsı var:

 

1- Senin yanından ayrılınca, sizin yanınızdan ayrılınca, o at­mosferi terk edip de kendi dünyasına dönünce, demektir bunun birinci mânâsı. Ya da İslâm’dan, kulluktan, vahiyden sırt dönüp gidince, vah-ye, Allah’ın hayat programına arkasını dönüp kendi bildiğince bir hayat yaşamaya yönelince, demektir. Kitap ve sünneti terk edip kendi heva ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşa­maya yönelince.

 

2- İkinci mânâsı da bir iş başına geçince, velî olunca, birileri­nin velâyetini üzerine alıp idareci olunca demektir. Müslüman­ların velâ­yetlerini alıp iktidarı ele geçirince demektir. As­lında kâfirlerin Müslümanlar üzerinde velâyet hakları yoktur. Kâ­firlerin Müslümanlar üzerine veli olup, vali olup onlara danışmadan onlar adına karar verme makamına getirilme hakları yoktur. Kâfir­lerin böyle makamlara getirilmeleri yasaktır. Ama tatlı dilleriyle Müslümanları kandırıp, bir fırsatını bulup, bir yolunu bulup da Müslümanlar üzerine veli oldukları zaman bu tür insanların yapa­cakları işler şunlarmış bakın. Yeryü­zünde fesat çıkarmak, yeryü­zünün dengesini bozmak, Allah’ın yeryü­zünde koyduğu düzeni bozmak, ekinleri ve nesilleri yok etmek için, telef etmek için, boz­mak için sa’y etmek ve koşturmak.

 

Birinci işi ifsad etmek olur bu adamın. İfsat; küfrü yay­mak, küfrü hakim kılmak, küfrü ve şirki egemen kılmak demektir. Allah’ın yeryüzünde koyduğu düzeni değiştirip, ilga edip, onun yerine başkala­rının düzenlerini ikâme etmek demektir. Bunu sûrenin başında uzun uzun anlatmıştım.

 

Bir de nesli bozmak için çırpınır böyleleri. Nesli bozarlar, nesli itlâf ederler. Nesli eğitimle bozarlar. Dinden, imandan, Kur’an’dan uzak tamamıyla materyalist bir eğitim sitemi kurarak ümmet-i Muhammed’in neslini bozarlar. Müslümanların çocuklarının başlarını açtırarak hayasızlaştırırlar onları ve iffetlerini, namuslarını bozar­lar.Allah buyurur ki, bir de bu hainler ekini helâk ederler. Ürünleri bozarlar. Bugün memleketimizdeki tüm sebze ve meyve­ler hormonlu­dur. Eşyanın tabiatını bozmaktadırlar hainler. Kâfirler tüm pisliklerini ülkemize taşımışlardır. Sırf para kazanmayı hedef­leyen ve bunun dı­şında başka hiç bir şeye değer vermeyen bu bozguncular, istedikleri paraya ulaşabilmek için kurdukları fabrika­lardan çıkan atık maddele­riyle tabiatı bozmaktadırlar, insanları zehirlemektedirler. Dertleri para kazanmak olunca, binlerce insan ölse de fark etmez onlar için…”

Yapılması gereken objektif olarak nefsimizi hesaba çekip,nasuh tevbesi ile dönüş yaparak nefsi cahiliyeden arındırmaktır. Zira yalnızca arınanlar kurtulacaktır “


“O Gün kesinlikle kurtuluşa erecektir; günah kirlerinden arınan…” (Ala:19)

 

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !