İnsanın, delalete,isyana,bidate,günaha sürüklemeye and içmiş azılı bir düşmanı var.“(Şeytan) Dedi ki: "Madem öyle, (Hz. Adem’e secde etmek gibi nefsime ağır gelen bir imtihana tâbi tutmakla) beni azdırmana karşılık; ben de onları (Ademoğullarını saptırmak için) Senin (İslamiyet ve) istikamet yolunun üzerinde oturup (tuzak kuracağım.Sonra da, bazen açıktan açığa önlerinden, kimi zaman sinsice arkalarından; bazen Müslüman kimliğine bürünüp sağlarından, bazen de şehvet ve ihtirâslarını azdırarak sollarından, yanlarına sokulacağım; kısacası, onları aldatmak için her türlü yol ve yöntemi kullanarak dört bir yandan üzerlerine saldıracağım ve böylece, pek çoklarının nankör olduğunu göreceksin!” (A’raf,6-17)

Bu konuda diğer bir ayet şöyledir;

 “Çünkü şeytan, sizin mahvolmanız için elinden geleni yapmaya and içmiş amansız ve acımasız bir düşmandır; öyleyse siz de onu düşmanınız bilin! Doğrusu o, kendi zihniyetini benimseyen Taraftarlarını ancak cehennemlik olmaya yol açan çirkinliklere çağırır!” (Fatır, 6)

Nitekim Hz.Adem’i cennetten çıkarana kadara peşini bırakmadı. Demek ki yer yüzünde insanın peşini asla bırakmayacaktır. Zayıf anını yakaladığı an ves vesesini verecektir. İnsanın manevi olarak güçlenmesini sağlayan ittika, zikir, Kur’an okuma gibi ibadetlerde gösterdiği gevşeklilklerin yerini derhal nefsin hevası doldurur. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. İmam şafi (r.aleyh) ne güzel söylemiş “ Sen hakla meşgul olmaz isen batıl seni işgal eder" diye.

İnsana, zaaf yönlerinden saldırıp, yenik düşürdüğü durumlar için tevbe kapısını açık bırakan Allah (cc), istiğfar ibadetiyle de insanın  affa mazhar olabileceğini beyan etmiştir; “Ey kendilerine yazık eden günahkâr kullarım; sakın Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Unutmayın ki Allah, tövbe edildiği takdirde bütün günahları bağışlar! Çünkü O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer,53)

Hz. Adem’in cennette yasak meyveyi yemesinin hemen ardından yaptığı eylemi ayet şöyle bildiriyor “Bunun üzerine, Âdem yaptığına pişman oldu, nasıl tövbe edeceğini kendisine öğreten Rabb’inden hikmetli sözler alıp öğrendi ve “Ey Rabb’imiz, biz kendimize zulmettik! Eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen, mutlaka kaybedenlerden olacağız (A’râf,23)!” diyerek O’na yalvardı. Böylece, Allah da onu bağışladı. Çünkü O, tövbeleri kabul edendir, çok merhametlidir” (Bakara,37)

Bir ibadetin kabulü için kendisinde bulunması gereken üç şart vardır;

1. Allah’ın emri olmalıdır

2. Sünnete uygun olması diğer bir deyimle Allah’ın (cc) emrettiği gibi olmalıdır.

3. Ve niyet sadece Allah rızası için olmalıdır.

Bu bağlamda tevbe ibadetinden kastın ne olduğu bilinmeli ve istendiği şekilde yerine getirilmelidir.

Tevbe ibadeti, kesin bir azimle  hatayı terk etmek,bir daha aynı hataya düşmemek konusunda kararlılık göstermektir. Tevbe ibadeti   Allah'ın kullarına  büyük bir ikramıdır. Zayıf yaratılmış olan insanın hatasız olması mümkün değildir ama hatada israr doğru değildir. İnsan, hata yoluyla yanlış yapar, hatasını anlayınca derhal döner. Unutma yoluyla yanlışa düşer, hatırlayınca derhal terk eder... Yanılma yoluyla yanlış yapar anlayınca vaz geçer. Cehalet yoluyla günaha düştüyse, günah olduğu ilmine ulaştığında derhal düzeltir. Çünkü insana, irade zayıflığına karşı akletme  ve irade kuvveti, cahilliğine karşı öğrenme kabiliyeti ve ilim kaynağı olan kitap verilmiştir. Unutma, hata etme, günaha sürüklenmesine karşı pişmanlık duygusu ve tevbe  yolunun açık bırakılması verilmiştir. Yaratılış gayesi imtihan olunca iki zıt özeliği bünyesinde taşıması da kulluk mücadelesi içindir. İnsan  imtihan gereği iki zıt kabiliyeti bünyesinde barındırır; "Nefse ve onu şekillendirene.Sonra ona kötülüğü hem de ondan sakınmayı ilham edene.Onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermişti  Onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır." (Şems, 8-10)

Tevbe Ne Demektir?

Tevbe" sözlükte, kesin geri dönmek demektir. Bu anlam ile bağlantılı olarak ‘tevbe’ geçici olan günah halini terk edip günah öncesi duruma, düzgün hale (salah haline/fıtrata) dönmek ile olur. Tevbe,  günah halini bırakmak,günahtan kesin dönüş yapmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek demektir. Bu nedenle kalp, dil ve eylem ile olmalıdır.

Kalp pişmanlığı ve kesin dönüşe kast edecek.Dil af için yalvaracak.Diğer uzuvlarda  bir daha o yanlışa meyletmeyecek.Günahlar küçük ve büyük olmak üzere iki kısımdır. Küçük günahı önemsemeyerek devam eden için, biriktiğinde büyük günah mesabesine ulaştığı gibi büyük günahtan samimi bir dönüş günahın  büyüklüğünü eritir.

Kul ya Allah'ın kul üzerindeki hakkını ihlal ederek günaha sürüklenir. Ya da  diğer kulların kendi üzerindeki  haklarını ihlal ederek günaha sürüklenir. Allah'ın hakkı olan konularda işlenen günahlar için  günahın türüne göre varsa kefaretler  yerine getirilir. Ve tevbe istiğfar ile af istenir. Şayet kul hakkını ilgilendiren bir durum söz konusuysa bu defa  tevbe eder, hakkına girdiği kuldan helallik alır ve Allah'tan af ister. Kul hakkı iade edilmeden tevbe  ve istiğfar sahih olmaz… Tevbenın kabulü için nasuh olması gerekir. Samimi, kesin kararlı, telafi edici ve asla bir daha aynı günaha dönmemeye azmedilmiş olması gerekmektedir.

 "Ey iman edenler! Nasûh/yürekten, samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve O'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar." (Tahrim, 8) "Ey iman edenler! Bir nasuh tevbesi yaparak Allah'a dönün! Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar." Nasuh tevbesi, geçmişte yaptıklarına pişman olup ilerde aynısını bir daha yapmamak üzere karar verilerek samimiyetle yapılan tevbedir. Hz. Ali'ye tevbenin ne olduğu soruldu. O da cevaben şöyle buyurdu;

"Şu altı şey tevbeyi oluşturur, dedi ve saydı: 

1. Geçmiş günahlara pişmanlık, 

2. Farzların iadesi, 

3. Hakların geri verilmesi, 

4. Hak sahipleriyle helâllaşmak, 

5. Bir daha yapmamaya kesin karar vermek, 

6. Allah'a itaat konusunda nefsi terbiye etmektir".

 Tevbe geçmiş günahlardan pişmanlık duymak, dil ile af dilemek, fiilen günah olan şeyi terk etmek, bir daha o günahı tekrarlamamak üzere karar vermektir. Böyle yaparsanız belki Allah Tealâ, işlediğiniz amellerinizin günahlarını siler ve sizi köşklerinin ve ağaçlarının altından nehirler akan bahçelere koyar. Yaptığı işin günah olduğunu bildiği halde ısrarla devam etmesi halinde kendisine ölüm gelen bir kişinin ölüm meleğini gördükten sonra duyacağı pişmanlık asla işe yaramayacaktır.  Tevbeyi hangi hallerde ve zamanda  kabul ettiğini Allah (cc.) şöyle beyan etmiştir.

"Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler, kötülüğü ancak bilmeden yapanlar, sonra da çarçabuk tevbe edenlerdir. İşte Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.

Yoksa (makbul) tevbe kötülükleri işleyip durup da onlardan herhangi birine ölüm çattığında, "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenlerin ye kâfir olarak öleceklerinki değildir İşte biz onlar için çok acıklı bir azap hazırlamışızdır". (Nisa, 17-18)

Âyet ve hadîslerin tamamından anlıyoruz ki, Allah kullarına karşı cok merhametlidir. Can boğaza gelinceye kadar kullarına tevbe etmeleri için fırsat tanımıştır. İnsan ruhunu günah ve kusurlardan temiz bir vaziyette gönderdiği gibi, onu yine tertemiz olarak kendine yükseltmek ister. Ancak tevbenin kabul olunması için  şartlar vardır; onları gerçekleştirmek gerekir. Yoksa sadece dil ile «Tevbe ettim...» «Pişmanlık duydum..» gibi sözlerle tevbe etmenin bir yararı yoktur.

1.  Günah   işledikten   sonra  vakit   kaybetmeden   gönülden   pişmanlık duymak,

2.  Derhal günahı bırakmak ve ona karşı nefret duymak,

3.  Bir daha günah işlemerneye azmetmek,

4.  Allah'tan utanarak günahı terketmek. Buna bir beşincisini de ekliyenler olmuştur:

5. Kime karşı günah işlediğinin şuurunda olup bağışlanmak için istiğfarda bulunarak göz yaşı akıtmak..

Din âlimlerimizin hemen hepsi tevbenin bu şartlar doğrultusunda vacip olduğunu söylemişlerdir. Ölümün ne zaman ve nerede geleceği bilinmediğinden her zaman günahtan kaçınmak vâcibdir. Ancak günah işlendiğinde de hemen tevbe etmek vâcibdir. "İmandan sonra  fasıklık ne kötü bir addır! Artık  kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (Hucurat, 11) Hiç kuşkusuz ibadetle kulu mükellef tutan Allah ibadetleri nasıl yerine getireceğimizi de  öğretmiştir. Tevbe ibadeti de diğer tüm ibadetler gibi direk Allah'a sunulan bir ibadettir. Asla aracı ile gerçekleşmez. Tevbe birilerinden alınmaz. Tevbe "El almak" dedikleri  usulle  birilerini araya koyarak gerçekleşmez. Bu durum  ayrıca tevbe gerektirir.

Tevbe kapısı ölünceye kadar acıktır. Bu, Allah'ın kullarına yakın merhametini belirtir. Ancak iki durumda tevbe kabul değildir:

1.  Ölümle yüzyüze gelip bütün  umutların tükendiği  anda  pişmanlık duyup yapılan  tevbe,

2.  Küfür  üzere  ölürken   hakikatleri  ayan-beyân  anlayınca   pişmanlık duymak.

Tövbeyi geciktirmek doğru değildir. Zira “Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.” (Müslim) diye buyrulmuştur. Ölüm meleğinin, günah halindeyken gelmesi iman açısından büyük risktir. Ölümün nerede geleceği belli olmadığı için   tevbe ibadeti ve yapılacak olan hayırlar ertelenmemelidir.

 Allah bizden hiç günah işlemememizi istemiş olsaydı kimin gücü yetebilirdi ki?!

İnsan için sıfır günahsız olmak mümkün değil  önemli olan günahı bilip,hatayı anlayıp tevbe ve istiğfarla Allah'tan af istemesidir ki Allah tevbe eden kulunu sevdiğini  beyan etmiştir.

 

"Hiç şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever." (Bakara, 222)

Ve tevbe edenleri bağışlayacağını vaad etmiştir."Sonra, şüphesiz Rabbin, câhillik sebebiyle bilmeyerek kötülük yapan, sonra da hemen ardından tevbe edip ıslah olanları, (durumunu) düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin de elbet çok bağışlayan ve pek merhamet edendir." (Nahl, 119)

Bağışlanmanın şartı ise şöyle zikredilmiştir; "Size henüz azap gelmeden önce Rabbınıza yönelip tevbe şuuru içinde O'na gönül verin ve O'na teslim olun" (Emirlerine teslim olun O'na dönün. yaptığınız ömür israfına pişman olun). (Zümer, 54)

Yoksa ne mi olur? İşte cevabı " Aksi halde yardım göremezsiniz."

Çünkü ömrünü israf edenle etmeye, günaha bilerek devam edenle  tevbe eden, hayırlara koşan ile koşmayan bir değildir. Allah’ın emirlerini dikkate alan ile almayan bir değildir. O halde “Farkında olmadığınız halde ansızın size azap gelmeden önce, Rabbinizden size İndirilen en güzel söze (Kur’ân’a) uyun.”

Başka kurutuluş yolu yok çünkü. Çünkü Kur’an hayatı tanzim etsin diye gönderilmiştir. Çünkü Kur’an hayat için  doğruyu sunan tek kitaptır.

Tevbenin kabul alametlerini İbni kayyım şöyle sıralamıştır;

1. Kişinin tevbe ettikten sonraki halinin tevbe etmezden önceki halinden daha hayırlı olması.

2. Devamlı bir korku duyması ve bir an bile Allah’ın mekrinden emin olmaması gerekir. Onun bu korkusu, ruhunu kabzetmeye gelen meleklerin, “Korkmayın, mahzun olmayın! Va’d olunduğunuz cennetle neşelenin” (Fussilet, 30) sözünü duyuncaya kadar devam etmelidir. Bu korku ancak bunu duyduğunda sona erer.

3.Ruhun günahtan uzaklaşması ve kalbinin pişmanlık ve korkudan parça parça olması. Bu hal, işlediği günahın büyük ve küçüklüğüyle orantılıdır. Değilse günlük pişman olup  ertesi gün aynı günaha devam etmek en hafif deyimle dine karşı lakaytlık olur. Öyle bir tevbe edilmelidir ki;   edilen tevbe tevbeye muhtaç olmasın!...

İstifade edilen eserler;

Tefsırı Munir, Vehbi Zuhayli

Asrın Kur'an tefsiri, Celal Yıldırım

Medaricussalikin, İbni Kayyım

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !