İkinci kez Kara Kıtaya doğru yolculuğumuz başlamadan farklı bir heyecan sarmıştı bizi.

Nijer de gördüklerimiz bizi "Acaba şimdi hangi durumlarla karşılaşacağız" endişesine yol açmıştı.. Burkina Faso'ya Adana Dost Eller Derneğ’i ile birlikte gittik.

Niyetimiz birkaç hayırseverin yaptırmış olduğu su kuyularının açılışını yapmak ve yetim çocuklara ufak tefek hediyeler vermek ve bir kaç Kur'an hediye etmekti medrese talebelerine. Asıl amacımız ise; kara kıtayı yakından gözlemlemekti.

Uzun ve yorucu bir uçak yolculuğunun ardından hava alanına indik.Hava alanında kendimi Türkiye'nin askeri döneminde hissettim.Pasaportumda olan fotoyu beğenmeyen görevli“kulaklarımın görüneceği bir biçimde fotoğraf çektirmem gerektiğini“ söyledi. “Müslüman olduğumu bunun mümkün olmadığını“söyledim. Kısa girişimlerden sonra sorun halledildi ve geçtik.

Bizi karşılayanlar arasında Hüdai Vakfı’nın talebelerinden olan hanım kardeşlerin Türkçe bilmesi iletişimimizi kolaylaştırdı. Zira Fransızca ve Yerli ana dili kullanılıyor. Arapça bilen oldukça azdı. O gece başkent de sabahladık. Sabah çöle doğru yol alacaktık.

Hazırlıklar sürerken şöyle etrafa bakınalım diyerek eşimle caddeye çıktık. Başkentin ana caddesi diyeceğimiz cadde oldukça kalabalıktı. Giderken yolun kenarında zayıf mı zayıf, üstü başı perişan ihtiyar bir kadın çarptı gözüme.Elinde bir şeyle uğraşıyordu. Dikkatli baktığımda beynimden vurulmuşa döndüm. Sünger terliği kullanılmaktan delik deşik olmuştu.

Ayağını tutan bağı kopmuş olan terliği, kadıncağız naylon poşeti bükmüş poşetten terliğine bağ yapmaya çalışıyordu. İp şeklini bir türlü alamayan poşet parçası zavallı kadını oldukça uğraştırıyor, dönüp dönüp poşeti terlikte var olan delikten geçirmeye çalışıyordu.Tek kelimeyle nutkumuz tutulmuştu. Allah'ım Müslüman olduğu başındaki, örtüsünden belli olan şu kadın bizim kardeşimizdi öyle mi!?. Araba geldi ve biz yola koyulduk.

Başkentten yaklaşık 200-300 km uzağa yol aldık. Su kuyusunun yaptırılmış olduğu köye geldiğimizde, köy halkı toplanmış bizi bekliyordu. Yöresel danslarıyla kadın ,çocuk hep birlikte sevinç gösterisi yaparak dans ettiler,topraktan çıkan toza aldırış etmeden.Suya kavuşmanın sevinci bütünüyle danslarına ve gözlerine yansımıştı. Nasıl sevinmesinler ki; kim bilir kaç km den gidip su getirerek hayatlarını idameye çalışıyorlardı. Şaşırdım hem de çok şaşırdım.

Çünkü toplanan kadınların on da dokuzunun boynunda haç tan kolyeler vardı. Rehberlik eden hanıma sordum : "Neden böyle?" Hanım, bu köylerin çoğunluğunun şefleri Hıristiyan misyonerdir. Gelip buralarda yaşıyor ,yardım ediyor ve Hıristiyan olmalarını sağlıyorlar“ dedi.Aldığım cevap ; tepeden tırnağa utanç yaşamama sebep oldu. Sonra Tekvir suresi geldi aklıma. "Kız çocuklarına hangi suçtan öldürüldüğü sorulduğun zaman"(8-9) Diyordu ayet. Ayetten yola çıkarak yanımdakilere sordum "Ya hesap günü şu kadınlar ve çocuklar karşımıza dikilseler ve bize "Biz hangi suçtan dolayı Hıristiyan olduk" derseler ne cevap veririz?.

Hiç birimizin cevabı yoktu. Biz neredeydik? Ümmet neredeydi?. Neden kara kıtanın, kara tenli, beyaz yürekli insanlarını misyonerlerin inisiyatifine terk etmiştik. Hani yer yüzü müminlerden sorulurdu?. Hani yer yüzünden müminler sorumluydu?“ Bir kaç kelimeyle su kuyusunun başında konuşma yap“ dediler .Abartmıyorum dilim tutuldu.Ne diyeceğimi şaşırdım. Kendimi suçlu hissetmiştim.”Ne konuşsam ki “dedim. “Hakkınızı helal edin” dedim,”Geç kaldık” dedim. Başka ne dedim hatırlamıyorum.

Konuşmanın zor olduğunu en iyi anladığım yerlerdi doğrusu. Açılan tüm kuyu başlarında aynı manzaralarla karşılaştık. Tavuk,mango hediye ediyor ;marşlarla ,şarkılarla sevinç gösterisi yapıyorlardı. Müslüman kardeşlerimizde vardı hiç kuşkusuz. Ama sayıları azdı.

Yapılan araştırmalara göre; Afrika'nın güneyi büyük çoğunlukla Hristiyan olmuştu.Kuzey’inde ise Müslüman nüfus biraz daha güneye göre fazlaymış. Ziyaretlerimiz sürerken gördüğümüz manzaralar karşısında yüreğimiz çağlıyordu.

Elbise bulamadığı için poşete sarılmış insan. Sonunda dayanamayan bir erkek kardeşimizin hıçkıra hıçkıra ağlaması "Ve biz kimi kandırıyoruz bu küçücük yardımlarla" diyerek isyan etmesi hepimizin yüreğine tercüman olmuştu. Titao da Şifa Eğitim Kompleksini ziyarete gittik.İHH önderliğinde yaptırılmış. Teşekkürler İHH . Hristiyan olma ihtimallerinin çok yüksek olduğu bir yerde onca yetimi bu tehlikeden korumaya çalışmak çok önemli bir hizmet.Allah'ım hak yolda daim yardımcıları olsun..

Oradan Adana Dost ellerin JUBİ de ilgilendiği kız ve erkek yetimlere ayrı ayrı olan yetimhaneleri ziyaret ettik. Yansıtabilmek,hissettirebilmek gerçekten mümkün değil.Yanlışlıkla yemekhane “ neresi “diye sorduğumda rehberlik eden hanım acı acı tebessüm etti.

Bulundukları duruma göz yaşlarımızı tutamadığımızda aynen şu cümleleri kurdu başımıza balyoz gibi inen "Üzülmeyin hanım efendi. Bizim en şanslı çocuklarımızdır bunlar"... Kız çocukların gözlerinde ki mahzuniyet hayatımda unutamayacağım manalar taşıyordu. Erkekler yetim hanesinde, inşaat halinde bir camide ders yapıyorlar, oturuyorlar ve dinleniyorlar.Rehberlik eden hanım ve erkek kardeşi Hüdai vakfının talabelerinden. Türkiye’de bir müddet eğitim görmüşler.

Bu nedenle Türkçe biliyorlardı.Hüdai vakfının Burkino’ya yaptığı hizmet gerçekten çok önemli.Allah muhterem Osman hocamızdan razı olsun. Sordum "Burada ihtiyaç çok ama ne öncelenmelidir?". Bize rehberlik edenler hem fikirdi: "Eğitim ve meslek edindirme".Yine İHH rehberliğinde Türkiye’den giden bazı hanımların açmış oldukları dikiş atölyesinde hanımlara dikiş ve örgü gibi mesleklerde yardımcı olmuşlar.

Dikiş dikiyor, örgü örüyorlardı ve kendi ihtiyaçlarını elde edebilmenin huzurunu yüzlerinden okumak mümkündü. Bu konuda Türkiye’ den giden hanımlara çok minnettarlar.

Bu konuda gelin bir şeyler yapalım. Eminim kafa kafaya verilirse nice projeler hayat bulur. Her duyarlı mümin elini taşın altına koymada fedakarlık yapsın. Emin olun ki hayal bile edemediğimiz sonuçlar elde edebiliriz.Çağrım öncelikle ve özellikle hanımlara yöneliktir.Unutmayın!. Onlar susuzlar çölde İsmail gibi.Hacer olma görevi bizimdi.. Onlar ümmetin yetimleriydi .

Ana olma görevi bizimdi.Onlar sahipsizdi, sahip çıkma görevi bizimdi. Bizim davamızın sonunda cennet vaadi var. Misyonerlerin sonu ateş olan bir dava uğruna onlarla beraber yaşamayı bile göze almaları, bize bir şeyler anlatmalı değil mi?.Şimdi birileri çalışmada yerellikten söz etmesin lütfen! Çünkü global dünyada yerel diye bir şey kalmadı. Gerçekten durum zor.

Ve bu ümmet; oraya el atmazsa korkarım ki; Afrika'nın vebalinin altında ezilir. Çünkü insanlar bilgi,bilinç ve maddiyattan yoksunlar. İlimsizlik ,maddiyatsızlık karşısında direnci kırıyor. Bunu fırsat bilen misyonerler bölgede cirit atıyor.

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !