Hiç kuşkusuz hak din bir tanedir; batıl dinler çok."Müşriklerin hoşuna gitmese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere resulünü kılavuz ve hak din ile gönderen Allah’tır!"(Tevbe, 33). Bu ve benzer ayetler hak dini tekil sıgayla; batıl dinleri çoğul sıgayla ifade etmiştir. Doğru yol tekil; batıl yollar çoğul. Hidayet tekil; delalet çoğul. Nur tekil; karanlık anlamına gelen zulümat çoğul olarak zikredilmiştir. Anlıyoruz ki hak din, tek bir tanedir. İslam’ın en önemli kavramlarından biri olan din kavramının anlam sahası geniştir. "Kur’an’da ve hadislerde birçok manada kullanılan bu kelime, kavram olarak insanlığın en önemli faaliyeti olan inanmayı, bir yaratıcıya itaat ve ibadet etmeyi, ahlâkí davranışları, fazilet ve iyilikleri, toplumsal düzeni, doğru yolda olmayı ifade eder." (Kur'an'ı Kerim'de temel Kavramlar, H.ECE)

"Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim."(Maide, 3)Seçip kemale erdirdiği dinde, vaaz ettiği unsurlar insanın yüklenebileceği kifayettedir. Gönderilen ahkamın canlı şahitleri, gerek Kur'an'da ve gerekse tarihi şahsiyetlerde müşahhas bir şekilde belirtilmiştir.İnsanın yaratılış gayesi, Zariyat Suresi'nde net ve öz bir ifade ile bildirilmiş, akabinde şöyle buyrulmuştur: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 56) Bu gaye üzerine yaratılmış olan insan; zamanla gayesini unutmuş, verdiği söze ihanet etmiş ve dünya çürüme yönünde değişime sahne olmuştur… Elçilere karşı takınılan duyarsızlık, umursamaz, önemsemez tutumlar ve kendilerini Tevhid’in öngördüğü değişime tabi tutmayanların sonu, ilahi yasa-sünnetullah- gereği helak ile neticelenmiştir.

Yaşadığımız çağda ne acıdır ki: silikleşen kimlikler, ölçüsünü İslam'dan almayan bakış açıları, kaynağı vahiy olmayan davranış biçimleri, bilginin kaynağı olarak sadece aklı baz alan rasyonalizm, moderniteye kurban edilen islami hayat, yaygınlaşan ahlaki yozlaşma... çağa şahitlik etme konusunda ciddi bir darbe vurmaktadır. İlahi emirleri baz almayanların  neticesinde, dünya kan gölüne dönmüş; toplumun nüvesi olan aile kurumu ciddi bir şekilde yara almış ve artık cadde ve sokaklardan, her kesim şikayet eder bir duruma gelmiştir.Ne acıdır ki bu fotoğrafın karesinde kadının durumu da içler acısıdır.

Oysaki Allah (cc), hangi çağda yaşarsa yaşasın kadın için biçtiği rolü hem kitabında ve hem de Resulün (sav) diliyle müşahhaslaştırmıştı.

Onun Adı Meryem'di!

"İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı." (Tahrim, 12)
Neydi Meryem'in öne çıkan özellikleri? Öncelikle "Ki o kendi ırzını korumuştu."

Haya demek, insan olmak demekti. Hayasını kaybedenin, kaybedecek başka bir şeyi kalmamış demektir.Hayanın kaybolduğu yerde, tüm insani değerler de yok oluyordu. Hayanın varlığı ise; imana bağlıydı. Böyle öğretmişti baş öğretmenimizHz. Muhammed (sav)"Haya imandandır." (Buharî, İman, 16; Müslim İman, 57-59)

O, "Allah'tan geleni tasdik etmişti." İman etmişti. Tek kabulüydü Allah'ın gönderdikleri. "La" ve "İlla"nın ne demek olduğunun farkındaydı.

O,"Gönülden boyun eğendi." Allah'ın kendisi için biçtiği role, ön gördüğü imtihan şekline "Tamam Ya Rabbi" demişti.Sen yeter ki razı ol, ben razıyım demişti.

Şimdi çağın Meryem'i iman etmiş her bir kadındır.Hayatı yaratılış gayesi doğrultusunda tüketendir. Hayatı, Kur’an ve sünnet ile anlamlandıran, yaşayan, dizayn edendir…İman eden, imanın gereklerinin farkında olandır!

Onun Adı Asiye idi!

"Allah, inananlara Firavun'un karısını misal gösterir: O vakit o demişti ki: Ya Rab! Katında benim için Cennette bir ev yap!"(Tahrim, 11)

Asiye, Mûsâ (as)'ın asasını yere atma kıssasını duyduğunda, ona iman etmişti. Bunun üzerine Firavun, ona ağır işkence ve azap etti. Fakat o, imanından dönmedi. İşte bu hadise; -Firavun'un karısına zarar vermediği gibi- küfrün bas­kısının müminlere zarar veremeyeceğini gösteren hadiselerden biridir ki o, kâfirlerin en azılısının nikâhı altında idi. Ve neticede Allah'a imanı sayesinde nâim cennetlerine girdi. Dünya, şöhret, makam ve debdebesini elinin tersiyle itmiş; yalnızca Allah'ın rızasına talip olmuştu.

Kıyamete kadar inanan kadınlara örnek olmak… Yüce Allah tarafından "Rızamı istiyorsanız şayet" diyerek işaret edilen olmak… Ve sonra, Son Elçi Hz. Muhammed (sav) tarafından taltif alması… Ve Allah'ın izniyle müjdelenmesi… Şöyle buyurmuştu Peygamberimiz:“Cennet kadınlarının en üstünleri; Hatice Binti Huveylid, Fatıma Binti Muhammed, Meryem Binti İmran, Firavun'un zevcesi Âsiye Binti Muzahim’dir.” (Ahmed B. Hanbel, Müsned, c.1, s.36; Hakim, Müstedrek, c.2, s.594)

Niçindi bu? İman edip sebat ettiği için; iman edip sabrı kuşandığı için; imanında sadıklardan olduğu için; Allah'tan başka kanun koyucuların kanunlarını reddettiği için; Allah'tan başkasına boyun eğmediği, itaat etmediği için; işkenceler karşısında yalnızca Allah'a sığınıp O'na tevekkül ettiği için; zulme “Hayır!” diyerek rıza göstermediği için...

Çağa Asiye olmak; inanmış her bir kadının görevidir. Bu nedenle Yüce Rabbimiz "Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını bir misal olarak verdi" demişti. Asiye, yaşadığı dönemin beşer ideoloji sahibi Fravun’a baş kaldırmış. Sarayda First Lady iken; saray imkanlarına rağmen Kul kadın olmayı tercih etmiş. Allah ile, dini ile arasına giren saray imkanlarını ötelemişti. O, gelmiş geçmiş tüm inananlara; makam, mevki, şöhret, dünya malı karşısında bir duruş dersi vermişti...

Onun adı Hatice’dir!

O ki Allah için evlendiği eşinin en büyük destekçisi idi. Dava yolunda eşini teşvik eden idi... Çocuklarının “Ana”sıdır.  Evi olan, evli olan; ama asla evcilik oynamayandı..! O, gelmiş geçmiş tüm hanımlara tevhidi bir hanımın, nasıl olması gerektiği noktasında ev hanımlığı dersi vermişti..! Hiçbir zaman zenginliğini, fakir eşinin başına minnet etmedi. İtaatinden çıkmadı. Eşine karşı saygısını yitirmedi. Onun adı nezaketti. Onun adı Tahira'ydı.

Onun adı Hacer’dir..!

O; teslimiyet dersini verirken tüm  dünyaya çölün ıssızlığını, susuzluğunu, sıcaklığını Allah’a tevekkül ile göğüslemiş; kendisini oraya bir başına bebeğiyle bırakan eşine sormuştu:

“Bizi buraya bırakmanı kim istedi?” Aldığı cevap  tek kelime idi: “Allah istedi.” Teslim olması için yeterliydi: “O” istemişti. Allah’ın istekleri karşısında sergilenecek tavrın öğretmeni olarak, çağlar ötesine veriyordu dersini. Çağa Hacer olma misyonu taşıyan kadının,  ilahi emirler karşısında takınacağı tavır budur.

Tesettüre girmeni kim istedi? Hayat tarzını sadece İslam'dan almanı kim istedi? Evlilik hukukunu, miras hukukunu kim vaaz etti? Toplumsal hayatın sınırlarını, bu şekilde kim çizdi?
Alınan cevap "Allah" ise; o halde O bana yeter denmedikçe çağa Hacer olunabilir mi?

Görevi, örnekliği bitmiş değildi Hacer'in. Bebeği, susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı! Artık duramazdı ve bir koşu başlattı tüm çağlara ulaşan bir mesaj ile! Zemzemi buluncaya kadar da durmadı; duramadı.

Ya şimdi ümmetin çocukları vahye susuzluk çekerken, namazsızlık çölünde kavrulurlarken  yapılması gereken koşuyu erteleyenler çağa Hacerlik yapabilirler mi?

Onun adı Aişe’dir.

Dinini kulaktan dolma bilgilere mahkum etmeyen, asli kaynaklarından öğrenip mesajı doğru kavrayan, doğru yaşayan, dine doğru şahitlik yapandır!Vahyin terbiyesinden geçmiş olan,  ümmetin anası, ahlakıyla vahye canlı şahitlik eden biriydi. Mümin kadınlar, sıradan kadınlar değillerdir. İnsanlığın numune-i timsali olmak gibi bir sorumlulukları vardır.

O, ilim sahibi ve eğitimli bir hanımefendiydi. Bütün müminlerin annesi olan Âişe validemiz; daha küçük yaşlarda iken okuma yazma öğrenmiş, zekâsı ve kabiliyeti ile etrafının dikkatini çekmiştir. Öğrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Ezberleri şarkı türküden ibaret olanlar, bilgileri Tv kültürüyle sınırlı olanlar, çağa Aişe olabilirler mi..?

 

Onun adı Fatıma'dır. O, bir babanın kızıdır.

Genç kızdır. Safını imandan yana, tevhidden yana belirleyen bir genç kızın; nasıl olması gerektiğinin örneği ve önderidir.

Edebiyle bir genç kızdır,

İffetiyle bir genç kızdır,

Fedakârlığıyla bir genç kızdır… Aslında annesi de oldukça zengindir; ama O, gereksiz isteklerde bulunmamıştır. Davanın ihtiyacı varken, özel istekleri gündeme getirmek tevhid ehline yaraşmaz; biliyordu...

 

Fatıma olmak;

Sabrı kuşanmaktır.

 

Fatıma olmak;

Tevekkül sahibi olmaktır.

 

Fatıma olmak;

Fedakârlık demektir,

Diğerkâmlık demektir.

 

Fatıma olmak;

ANAolmaktır…

 

Misak Dergisi İçin Yazılmıştır

Yorum Yap

  • Gökçenur ULUSOY 08-02-2018 16:50

    Allah razı olsun, sadaka-i cariye kabul etsin inşallah....