Ve Firavun Dedi Ki!

Tarih sahnesinde Firavun karakterini belirgin olarak ilk kez Musa (as) döneminde görüyoruz. İlahlık davası gütmüş "Yeryüzünün ve sizin ilahınız benim!" demişti. Yani sizi ben yönetirim. Siz, ancak benim çıkardığım yasalara uymaya mecbursunuz:"Firavun ise: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu (benim mülkümde, benim dışımda bir kanun koyucu bulunduğunu) bilmiyorum (ve kabul etmiyorum) . Ey Haman, (özel fırınlarda) çamurun üstünde bir ateş yak da, bana (tuğladan) yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın İlahına çıkarım, çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum” diyerek (halkın kafasını karıştırmayı denemişti)." (Kasas, 38) 

"Sizin ilahınız benim" demişti. Gücünü sağlamlaştırmak için, İsrailoğullarından fazlalık gördüğü insanları öldürüyor, soykırım yapıyordu. Kendini ve  çevresindeki "Meleleri" (Vezir, müsteşar) asil görüp, fazlalık diye addettiği canları  "Atık insan" olarak değerlendirdiği için öldürüyordu. "Hakikaten Firavun, yeryüzünde (yaşadığı ülkede) büyüklenmiş (insanları kendisine mecbur bırakıp rahat yönetmek ve karşı bir cephe oluşturmalarını önlemek için) oranın halkını da fırkalara ayırıp parçalamıştı. İçlerinden bir taifeyi zayıflatarak ezmek istiyor, (böylece güçten düşürmek üzere erkek) çocuklarını boğazlıyor ve kızlarını hayatta bırakıyordu. Çünkü o fesatçılar (Hakk düzeni bozanlar takımın) dandı." (Kasas, 4)

Kur'an'ın bize tanıttığı Firavun, sadece o dönemde yaşamış gitmiş bir kişi değil, her çağda karşımıza çıkabilecek bir  karakterdir. Bundan dolayıdır ki firavunları tanımak da vaciptir.

O dönemin Firavun'u öldü fakat Firavunluk kimliği ölmediği için aynı rolde fakat  küresel çapta Firavunluğunu ilan edenler, aynı mantıkla insanı yok etme, nesli yok etme peşinde ve planlarını bir bir  yürürlüğe koymaktadırlar. Küresel Firavunlar sadece erkekleri değil; insanlığı yok etmek çabasındalar ve yeryüzünün ilahı biziz diyorlar.

Bu konuyu dile getirenlerden birisi olan  Prof.Dr.Burhannetin Can bir makalesinde şöyle diyor:

“Kendilerine 'küresel elitler', 'seçkinler', 'insanüstü ırk' adını veren grup, 'nüfusun azaltılması' için dünya çapında bir operasyon başlatmıştır. Operasyonun muhtevasını değişik zamanlarda yaptıkları açıklama ve uygulamalardan belirlemek mümkündür. Son yıllarda yoğunlaştırılan 'seçkinler', 'elitler', 'insanüstü ırk', 'süper insanlar' edebiyatı ve 'dünya nüfusunun fazlalığı', 'atıklar sorunu', 'gereksizler', 'robotların hayatın her alanına girdiği ve girmesi gerektiği' tarzında yapılan psikolojik harekât, insanlığı bir şeye hazırlama amaçlıdır. Bill Gates’in bir konferanstaki konuşmasında: "Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” demekle, adeta “Küçük bir grup Amerikalının” içinde yer almış olduğunu ifade etmiştir. Rockefeller ile yapılan bir röportajda, “Sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi fazlalık.” demiş olması, öngörülen 'Yeni Dünya Düzeni' için dünya nüfusu bakımından özel bir planlama yapıldığına işaret etmektedir. Başta Türkiye olmak üzere tüm Müslüman dünya, 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği' kavramsallaştırılmasında geçen 'eşitlik' kelimesinin muhtevasının sebebiyet verdiği 'çarpma etkisinden' dolayı, projenin arka planına ve yol boyu sisteme eklenen kavramlara ve kavramlara yüklenen anlamlara bakmaları ve tartışmaları gerekmektedir. Bu çalışma yapılırsa, 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği' kavramsallaştırılması üzerinden ailenin hedef alındığı, çocuksuz aile, ailesiz toplum ve kimliksiz, bireyselleştirilerek sürüleştirilmiş bir dünya insanlığı inşa edilmek istendiği görülebilecektir." (Prof. Dr. Burhanettin CAN).

Uluslararası çapta yürüttükleri projelerini  yürürlüğe koyabilmenin, kendilerince yasal dayanağı olması için ülkelere çeşitli sebeplerle, uluslararası sözleşmeler dayatıyorlar. Bu sözleşmelerin içeriği  incelendiğinde tek kelimeyle aileyi ve nesli yok etmek üzerine bina edilmiş, cinsiyetsizleştirme ve sapkın görüşlerin toplumsal kabul görmesi üzerine bina edildiği görülecektir. Türkiye'nin 1985  yılında imzaladığı Cedaw ve 2011 yılında   İstanbul'da imzalandığı için adı İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşme  incelendiğinde imani, örfi, kültürel ne kadar değer varsa yerle bir edecek, kadını hadsizleştirecek, insanlara türlü cinsi sapkınlığı tercih etme yolunu açacak niteliktedir. 

 "Kadına şiddeti önleme" , "Toplumsal cinsiyet eşitliği" gibi kelime oyunlarıyla, asıl yapmak istediklerini, Müslüman halkın gözünden kaçırdıkları görülecektir. 

Sözleşmede geçen toplumsal cinsiyet eşitliği ne anlama geliyor? Toplumsal cinsiyet eşitliği diyerek  kendi sapkın, çirkef cinsi eğilimlerini "Cinsiyet" olarak normalleştirme çabasındalar. Harvard Üniversitesi'nden Dr. Brizendine buna ilişkin şöyle söylemektedir: “Oysa bize insanlardaki cinsiyet ayrımının ailelerin çocukları kız ya da erkek olarak yetiştirmelerinden kaynaklandığı öğretilmişti. Bugün bunun tamamen doğru olmadığını biliyoruz. Özgür irade ve politik olarak doğru davranmak adına biyolojinin beyin üzerindeki etkisini görmezden gelmeyi deniyoruz, kendi doğamızla savaşıyoruz." Kadının ve erkeğin davranışlarını yeniden kurguluyorlar. Toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları aileyi bir tehdit ve tehlikeli bir mekan olarak görmektedir. Çünkü onlara göre aile, erkek egemen kültürün devamını sağlayan ataerkil bir kurumdur. Bu sebeple feminist perspektifle yapılan araştırma ve haberlerde aile şiddetin üretildiği bir mekan olarak tanıtılmakta ve aile şiddet kavramı ile birlikte anılmaktadır. Örneğin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın da bileşenleri arasında olduğu Türkiye'de Aile İçi Şiddet araştırmasında bu açık bir şekilde ifade edilmektedir. Araştırma sonuçları hem kadınlar hem de toplum tarafından en güvenli ortam olarak düşünülen ailenin aslında kadınlar için güvenli bir ortam olmadığını göstermektedir. 10 kadından 4’ünün birlikte yaşadıkları erkekler tarafından şiddete maruz kalmaları, aile ortamının kadınlar için tehdit edebilecek bir kurum haline dönüştüğünü göstermektedir. Bu durum çalışmanın bulguları dikkate alınarak, Türkiye'nin temel politikalarından birisi olan ailenin güçlendirilmesi politikasının, kadının güçlendirilmesi bakış açısı ile yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Halbuki dikkatli bir şekilde incelendiğinde, bu araştırmalarda manipülasyon, algı yönetimi ve çarpıtmaların kullanıldığı görülmektedir. (Aile Akademisi).

Oysa Yaradan insanı bir dişi ve bir erkekten yaratmış ondan da insan neslinin devam etmesini murad etmiştir. "Ey insanlar! Sizi ilkönce bir tek candan yani Âdem’den yaratan, sonra onunla aynı özden, aynı unsurdan Havvâ adındaki eşini var eden veböylece, bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yeryüzüneyayan Rabb’inize gönülden bağlanarak buyruklarına itaat edin, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının!" (Nisa, 1)

İstanbul Sözleşmesi, CEDAW gibi metinler incelendiğinde; son kalemiz olan aile  yapısının açıkça hedef alındığı, kadını yuvasından çıkarıp yeniden roller biçildiği, erkek ve kadın arasına düşmanlık ekildiği açıkça  görülecektir.

İleri sürdükleri argümanlardan biri  "Kadına şiddet"tir. 

Sadece kadına değil; hiçbir yaratılmışa  şiddet kabul edilemez. KUL HAKKI, bizim dinimizin bize öğrettiği en önemli  ilkelerden biridir. Özellikle kadınlara iyi davranılması hususunda erkekler uyarılmıştır. “Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır." Müslim  

Bu hadis tavsiyelerden sadece biridir.

Peki Kadına şiddetin kaynağı nedir? 

Yüz yıllar var ki beşer ideolojileriyle insanların çıkardıkları yasalarla dünya yönetiliyor. En çok da İslam üzerinden  yaygara yapanlara  sormak istiyorum: Ne için kadına şiddet uyguluyorsunuz? Ne için kadını koruyamıyorsunuz? Ne için kadınları öldürüyorsunuz? Sonra neden kadın hakları diye (yalandan) yüksek sesle bağırıyorsunuz? Kadını kim öldürüyor? Hangi zihniyet? Hangi inanış biçimi? Ne için önlenemiyor? 

Çünkü kul hakkına hassas olmayı sağlayan faktör imandır! Bu nedenle  hesap gününe iman etmiş bir toplumda suç oranı oldukça düşüktür.

Öte yandan kadını ön plana çıkararak, toplumu iffetsizleştirenler ne yazık ki en çok da kadını kandırıyorlar! Zira günümüzde kadınlar kahır ekseriyetle, erkekle kavga halindedir. İstanbul Sözleşmesi'ne dayanarak çıkarılmış yasalar erkeğe zulme dönüşmüş durumdadır. Erkeği evinden attıranlar, bir aylık evli kalıp ömür boyu nafaka alarak erkeğin cebinden çalanlar. Ben kadınım, beyanım esastır diyerek yalan ya da yanlış ifadelerle erkeği hapislere attıranlar...

Erkek ve kadın arasına sokulmuş bu savaş bizim savaşımız değildir. Kadın ezilmesin diyorsunuz, kadının emeğini de, dişiliğini de sömüren yine sizsiniz!

Sözleşme objektif olarak incelendiğinde amacın kadını korumak değil, kadın üzerinden toplumu cinsiyetsizleştirme  projesi olduğu görülecektir. (tabi görülmek istenirse!)

Cinsiyet eşitliği diyerek kastettikleri kadın  ve erkek değil; her türlü cinsi sapıklığın, cinsiyet tercihi olarak normalmiş gibi kabul edilmesidir. Bu; nesli, insanı, insanlığı  dolayısı ile aileyi bitirmek demektir. Zaten  dünyanın ilahlığına soyunan çağdaş Firavunların amacı bu. Fazlalık olarak gördükleri insanları yok etmek...

Türkiye'de de İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlüğe girebilmesi için birçok yasa çıkarılmış ve bu yasalar binlerce aileyi ve özellikle erkekleri mağdur etmiştir. 6284  sayılı yasa, kadının beyanı esastır ve süresiz nafaka vb. bir çok yasa... Bir toplumu yok etmek istiyorsanız onu köklerinden koparmanız yeterlidir. Ve çağdaş Firavunlar diyor ki: Dünyaya bu kadar insan fazladır. Elitler yaşamalı, atık insanlar ölmelidir. Onlar Allah ile savaşını ilan ettiler ama ilahi ikaz mutlak gerçekleşecektir: "Zâlimler, ne müthiş bir akıbete yuvarlanacaklarını, nasıl bir devrilişle yıkılıp gideceklerini yakında görecekler!"  (Şuara, 227)

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !