Gelenek ne demektir? Her toplumun kültürel yapısına göre değişiklik arz edebilen örfler, ananeler. Gelenek, diğer bir deyimle geçmişin günümüzü etkilemesi durumudur. Şimdi bir de “Modernizm ne demektir” ona bakalım. Modernizm değişimi ifade eden bir kelimedir fakat köke bağlı olmadan değişimi ifade eder. Yani köksüz, değersiz bir değişim. Ne olursa olsun her sistem insana bir kimlik sunar. Kişiler bilinçli veya bilinçsiz, bu kimliği sahiplendiklerinde artık o kişinin değeri, benliği, kimliği, seçtiği sistemin değerleri, olguları olur. Kişilikli olabilmesi için, seçtiği ile uyumlu söz ve davranışların ve düşünce yapısının sahibi olunması gerekir.
Bir de medeniyet kelimesi var. Medeniyet ile modernizm arasında da anlam farkı vardır. Medeniyet görgüyü, nezaketi ve bir topluma ait manevi ve maddi değerleri ifade eder. Modernizm köksüzleştiren, soysuzlaştıran bir kavram. Her sistem bir insana bir kimlik sunar dedik ve her sistemin sunduğu kimlik kendine özgüdür.
Kemalist kimlik, lâik kimlik, demokrat kimlik vb. İnsanın şunun farkında olması gerekiyor. Çift kimlikli olmayı belki her sistem kabul eder ama İslâm asla kabul etmiyor. Bir bütün olarak sunduğu kimliğin genel çerçevesi, dinamikleri, sabiteleri bellidir. Eksik olmadığı için ne atma yapılabilir ne de katma. İslâm aynı zamanda geleneği ve değişimi kendi değerleriyle ters düşmediği müddetçe reddetmez, değilse başka bir kimliğe ait sözüm ona değeri kabul etmez. Seçici, ayırt edici bir akılla vahyin terazisinde tartmamızı ister. Gelenekten gelenleri de değişime konu olanları da. Geleneğe körü körüne bağlılığı kınadığı gibi "Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara,170). Ecnebilere uyulmaması gerektiği noktasında da naslarımızda uyarılar vardır. "Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır." (MAİDE/49).
Günümüzde git gide fulûlaşan bir durumla karşı karşıyayız. Kimlik bilinci kan kaybediyor. İslâmın değişmez sabiteleri dünyalık kaygılarla yer değiştiriyor. Dünün doğruları bir çoğu için bugün yanlış telâkki edilir oldu. Sabiteler hatırlatıldığında alaycı, küçümseyen imalarla "Halâ orada mısın" diyerek kapatılıyor kapılar. Kendilerinden öğrendiğimiz ilkeler yüzünden yine kendileri tarafından dışlanılır bir duruma gelindi. Değişimin adı değerleri görmezden gelmek değildi. Değişimin adı değişmez ilkeleri demokratik usullerle, modernist ölçülerle takas etmek de değildir.
Git gide grileşen bu fotoğrafın, elbette bir çok sebebi vardır. Biz bu yazımızda kimliği ilgilendiren boyutuna dikkat çekmek istedik.
Gelenek, geçmişin bugünü etkilemesi. Bu etkileşim, İslâm çerçevesinde tecrübe bağlamında olmak kaydıyla İslâm ile çelişen bir durum söz konusu değildir. Lâkin körü körüne yapılan taklit neticesinde sosyolojik olarak günü okuyamayan bir algı. İnançta şirki, amelde bidat ve hurafeyi, muamelelerde de haksızlığı ifade eden bir algı.
Aynı zamanda gelişim, İslâm'ın ön gördüğü bir şeydir. Gelişim müspet ve değerlere bağlı olmalıdır. Hatta belki fıkhi içtihatların zaman ve duruma göre değişiklik arz etmesi buna örnek verilebilir. Modernizm köksüz, soysuz bir değişimi ifade ettiği için hiç bir değeri yoktur. Soysuzluğun, köksüzlüğün bir değeri olmaz ki.
Modernizmin sunduğu kimlik algısında haz ve hız sahibi, tutkunluğu, bağımlılığı olan sınırsız bir özgürlük algısı. Kadın ve erkek arası ilişkilerin ölçüsünü, nefsin belirlediği hiç bir değer ifade etmeyen ölçüler. Diğer yandan hak ve batıl arasındaki savaşın hız kesmeden devam edeceğini, Kur'an ayetlerinden öğreniyoruz. Şeytan ve taraftarlarının çok yönlü saldıracağını ayet bize haber veriyor;"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." ( A'Raf:17). Hal böyle olunca, her çağın batıl yanlısı savaş taktiklerini sosyoloıjik tahliller sonucu belirleyip, ona göre strateji belirlemektedir. Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız o toplumun kökleriyle bağını kesmek işinizi kolaylaştırır. Bu nedenle modernizm, tesadüfen oluşmuş bir şey değildir. Batıl yandaşlarının özellikle dayattığı, ürettiği ve pompaladığı İslâm ile savaşın bir şeklidir. Şeytan ve yandaşlarının kimlik asimilasyon savaşına ancak kimliğimizin farkında olarak karşı koyabiliriz. Tercihlerimiz bilerek ve bilinçli olursa, kimlik noktasında dıştan gelen saldırılara takva zırhıyla karşı koyabilir ve flûlaşmaktan kurtuluruz. İslâm kimliğinin temel taşlarını şöyle özetlemek mümkündür.
1: İSLÂM KİMLİĞİNİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİ TEVHİDDİR.
Tevhiddir ve tevhidi bilen ve kabullenen “Muvvahid” vasfını alır.
"Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de." (Muhammed;19). Demek ki önce, Allah'tan başka ilâh olmadığını bilecek insan. Bilmek farkındalık oluşturur ve aynı zamanda bilgi bilince dönüşürse fayda sağlar. Tevhid nedir? Kabul şartları nelerdir? Tevhdidin zıddı şirkin mahiyeti ve kapsamı nedir? Tevhidi bozan durumlar? vs. Bu konu ile ilgili her ne varsa bilinmeli ve bilincine erişilmelidir. İlâh kavramının kapsadığı manâ, kıyamete kadar değişmeyecektir, yani sabitedir. En öz ifadesiyle özetle "Allah'tan başka hayata müdahil olup kanun koyan yönlendiren. En fazla sevilecek ve korkulacak kimse yoktur".
Nefislerin de ilâhlaşabileceğini, Furkan suresinden okuyoruz "Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? (Furkan;43). Demek ki nefsin istekleri Allah'ın isteklerinin önüne geçince ilâhlaşmış oluyor. Kişinin kendi nefsi için durum bu ise, başkalarının istekleri de Allah'ın isteklerinin önüne geçerse İlâhlaştırılmış olur.
2: İSLÂM KİMLİĞİNİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİ DE İMANDIR.
Kişi iman edince “Mü'minlik” vasfını alır.
İman, neye iman ve nasıl iman? İman kuru bir iddia değildir. "Ey iman edenler iman edin" (Nisa:136) ikazı imanlarımız üzerinde düşünmemiz gerektiğini hatırlatmıyor mu? Ya şu ayet "İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir". (Enam:82).
İman nedir? İmana zulüm nasıl bulaşır? İmanı neler bozar? Kabul şartları nelerdir ve imanı ilgilendiren her bir konu ders yapılmadıkça nasıl bilinecektir? Bilinmezse korunması nasıl mümkün olacaktır?
3: İSLÂM KİMLİĞİNİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİSİ DE TESLİMİYETTİR
Teslim olan “Müslüman" vasfını alır
İbrahim, İsmail gibi. Hacer ve diğer tarihi örneklerde olduğu gibi, amasız ve itirazsız bir teslimiyet. İsminin yanına başka hiç bir isim takmadan, hayatın tamamını Allah'a teslim edenin adıdır MÜSLÜMAN;" De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam:162).
4: İSLÂM KİMLİĞİNİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİSİ DE TAKVADIR.
Takva sahibi “Muttaki” vasfını alır.
Muttakilik, Allah'tan gerektiği gibi korkmanın sakınmanın adıdır. "Ama iman edip kötülükten sakınanlar (takva sahipleri ) için ahiret ödülü daha hayırlıdır."(Yusuf:57). Takva sahibinin özellikleri Kur'an ve hadislerde belirtilmiştir.
5: İSLÂM KİMLİĞİNİN EN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİSİ DE CİHADDIR.
Cihat eden “Mücahit” vasfını alır.
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat:15). Cihad dini korumak için şarttır. Hem bireysel anlamda silikleşmemek, kaymamak, sapıtmamak, nefse köle olmamak için cihad. Ve hem de fitne yer yüzünde kalmayıp, din yalnızca Allah'ın oluncaya kadar cihad. Peygamberimiz "Cihad etmeden cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölen Münafıklık üzre ölür" ( Müslim) diye buyurmuştur.
Şimdi çağın insanı, inandığı değerlerin canlı şahitliği noktasında sorumludur. Hayat bir imtihandır. İmtihanımız kendinden ödün vermeyen katı gelenekler olabilir. Bizler Tevhidin özgün kimliğini korumak zorundayız. Gelenekler inandığımız değerlere göre aykırılık arz ediyorsa, körü körüne taklit etmeden, duruşlarımızdan ödün vermemeliyiz.
Aynı zamanda yaşadığımız yerde modernizmin soysuzlaştıran rüzgârı esiyorsa, takva bilinciyle soysuzlaşmamak için, köklerimize daha sıkı sarılmanın yollarını aramalı ve asla silikleşmeye, flûlaşmaya, grileşmeye, savrulmaya, kaymaya, sapmaya geçit vermemeliyiz.
Unutmamalıyız ki, din tamamlanmış ve kemale ermiştir. Eksik yoktur ki, ona bir şey katalım. Ya da fazla değildir ki, birazını atalım.
Ocak Ayı Misak dergisi için yazılmıştrır
Sabiha Ateş ALPAT