Ahlaki noktada "biz" olmayı "biz kalabilmeyi" başarabilmiş değiliz Sabiha Ateş Alpat / Yazar Bismillahirrahmanirrahim! Hak ve batıl mücadelesinin tarihi, insanlık tarihiyle aynıdır. Dünya var olduğundan bu yana Tevhid ve şirk mücadelesi hep var olageldi...Tevhid dininin karşıtları, gerek soğuk savaş ve gerekse de sıcak savaş ile daima Tevhid yolcusunun yolunu kesmeyi kendilerine görev telakki etmiştir. Bu değişmez kuralı Türkiye´deki 1960´lı yılların Tevhidi bilinçlenme sürecinde de görmek mümkün... Bahsi geçen mümtaz şahsiyetlerin kitaplarının Türkçeye kazandırılmasından sonra Tevhidi bilinçlenmede bir hareketlilik göze çarpıyor. Mücadele Birliği, Akıncılar, Şehid Metin Yüksel´in yürüttüğü talebe hareketi vb. Başlangıç noktalarına baktığımızda, İslami hassasiyetler, tevhidi bilinçlenme kaygısı ile kurulmuşlar... Örneğin Mücadele Birliği... Konya merkezli bu birlik, yine aynı bölgede ciddi/güzel çalışmalarla adını duyurmuş ve daha sonraları çıkarılmış dergiler ile tevhidi bilinçlenmeye ivme kazandırılması amaçlanmış ve hedefi doğrultusunda fedakârca çalışılmış. Okuduğumuz kadarıyla kontrolsüz bir büyüme kaçınılmaz olmuş ve farklı hedefi olan çeşitli insanların katılımıyla söylemlerinde farklılıkla başlayan erime süreci partilerin şemsiyesi altına girmekle neticelenebilmiş. Tarih boyunca batılın, hak ile hız kesmeyen savaşı, bu yapılanmaların önünü ya locaların/misyonerlerin içten kuşatmalarıyla yok edilmeye çalışılmış ki; Sisteme entegre olarak çizgi değişikliklerine sebep olunmuş, söylemlerde ulusalcılık, milliyetçilik gibi ifadeleri ön plana çıkarılmış erimelerine sebep olunmuştur. Bu yolla önü kesilemeyenlerin ise Askeri darbelerle önü kesilmiştir. Askeri darbeler neticesinde yargılanan Müslümanlara "Radikal, irticacı, aşırı dinci" gibi isimler takıp halka terörist gibi tanıtılması, İran devriminden sonra İslam´a bütüncül yaklaşanların İrancı ve terörist muamelesi görmesi kanaatimizce halkımızda parçacı yaklaşıma sebep olmuş ve tevhidi bilinçlenme sürecinde ibre aşağıya doğru seyretmeye başlamıştır. Elbette bunda, yapılanmalarda kuşatıcı proje, etkin kadroya sahip olmamaları gibi yapı içi etkenlerin de rolü olmuş olabilir. İslam ile ilk tanışıklığımız döneminde 1980 yılı askeri darbe sonrasıydı. Müslümanların tutuklandığını duyduğumuzda cidden oldukça şaşırmıştım ama bu benim için Tevhidi çizginin ayrıcalığını anlama noktasında ilk adım olmuştu. Hüsnü Aktaş Hoca gibi mümtaz şahsiyetlerden bir takım insanların tutuklanması, terörist muamelesiyle işkence görmeleri kimi insanlarda korku psikolojisine de sebep oldu diye düşünüyorum. Ve bu süreçte İslami anlamda ciddi yapıların olmayışı, kuşatıcı programlarıyla güçlü bir ekibin olmaması, bedel ödemenin dayanılmaz ağırlığı altında insanların savrulmasını, bireysel yaşamlarına dönmelerini beraberinde getirmiş oldu... Özal döneminde biraz toparlanma oldu gibi düşünüyorum, ama daha sonra yaşanan haksız, hukuksuz 28 şubat süreci ile karşılaşıldı. Savrulmalar yaşandı, bunun nedeninin biz Müslümanlarda olduğunu düşünüyorum. Ahlaki noktada "Biz" olmayı "Biz kalabilmeyi" başarabilmiş değiliz. Bunca zulme katlanabiliyoruz, ama beraber birlikteliğe katlanamıyoruz. Bu dağınık/bulutlu hava kurtların işine gelebiliyor ve organizeli bir şekilde İslam adına ciddi yanlışlar yapılarak, İslam´a mal ederek medya desteğini de arkalarına alan derinler, terör ve Müslüman´ı aynı kefeye koyarak servis yapabiliyorlar haberlerinde! İnsanlar "radikal" olmadıklarını ispat edebilme gayretiyle ılımlı İslam projesine tutundular. Oysa Müslüman´ın tek bir adı var "Müslüman" ve ölçüleri bellidir Radikal de değildir ılımlı da!.. İslam adına yapılan İslam´sız yaklaşımlarında Tevhidi bilinçlenmeye engel teşkil ettiği kanaatindeyim. Hayatı kuşatıcı mesajının vurgulanmaması birçok toplulukta sadece ahlaki bölümünün ön planda tutulması Tevhidi bilinçlenme, İslam´ı, hayatı kuşatan tüm yönleriyle algının önünde engellerden biri olarak görüyorum. 28 Şubat öncesi göze çarpan hareketlilik ve gayret ne yazık ki korku psikolojisi ile yerini bireyselci Müslüman tipinin yaygınlaşmasına vesile oldu kanaatindeyiz. Bugün fikri/siyasi kısacası hayatın tamamını kuşatıcı anlamda Tevhidi bilinçlenmenin durgun dönemini yaşadığını düşünüyorum. Yaşanan süreçlerin yerleştirdiği anlayışların tekrar irdelenmesi gerekmektedir. Mesela İslam´da Tevhidi cemaat anlayışının yerini Stk anlayışı, Tebliğ çalışmalarının yerini sosyal faaliyetler aldı. "Biz" bilinci gitgide yerini bireyselciliğe bırakmış durumda. Hakk´ın rızası mutlak anlamda ön planda olması gerekirken, birilerinin beğenisi, Allah katında üstün olma anlayışı (takva), kariyer, makam, diploma sahibi olma tutkusu yer değiştirdi... Bu durumda Ilımlı İslam projesi (ne demekse) tutmuş görünüyor. Mücadele ruhunu söküp aldı insanımızdan. Dinimizin kesin emirleri, marjinal olmama adına, uyumlu, ılımlı tavırlara feda edildi. "La" diyerek dil ile rededilenlere fiiliyatta "evet" denmiş pozisyona düşüldü. Savrulmaların sebepleri ayrıca tartışılıp bundan sonrası için gerekli derslerin çıkarılması kaçınılmaz olmakla birlikte, bu işin öncelikli bir vecibe ve bu vecibenin de, ilmi, kültürü, bilinci etkin olan hocalarımıza ait olduğu aşikârdır... 

1497

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !