Yaşadığın kadar, inandırıcısın!

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Ey İslam davasına nefer olan kardeşlerim! Bize yüklenmiş olan bir sorumluluk, bize yüklenmiş bir dava var. Bu dava ki dünya meşgaleleri gibi olmayan sonucunda da dünyevi metaalar kazandırmayan amacı Rabbin rızası olan, varlık sebebimiz olan karşılığında ise Cennet vaat edilen bir davadır. Öyle ise bu dava ciddiye aldıklarımızın en ciddi olanı, emek harcadıklarımızın en çok emek harcanması gerekenidir.

O halde şimdi bir dönüp bakalım kendimize biz ne kadar sahiplendik bu davayı? Bu davanın ilk sahipleri bizim gibi mi karşıladılar, bizim yaptıklarımızla mı bu davayı yücelttiler..? Bizler İslam’a inanmış kişiler; bu dini kendimize dert kabul etmiş, dava kabul etmiş ve bu dava için dünyayı karşımıza almış insanlarız. En azından öyle olmamız gerekiyordu…

Davaya sahip çıkanlar ise gerçekten bu davaya yönelik yaşayanlardır. Kendimizi bile inandırmadığımız, kendimiz bile teslim olamadığımız bu dine kimi inandırabiliriz ki? Bizim bile yaşayamadığımız, bizim bile amalarımızın olduğu bu dini tebliğ ederken ulaşabileceğimiz yer ancak hiçbir yerdir! Bizler bu dini yaşayıp bu dinin yaşanılabilir, bu dinin insanların fıtratına asıl uygun olan olduğunu insanlara göstermedikçe bu dini sadece anlatılan bir hikâye, anlatılan bir efsane olmaktan ileri götüremeyiz unutmayalım! Bizim dini tebliğ ettiğimiz kişilere acaba Allah Resulü tebliğ yapsaydı da o kimseler yine de küfürlerinde ısrar ederler miydi bir düşünelim? Bir yerlerde bizim yaptığımız çağrının yaşantımızla uyumsuzluğu sebebiyle, birilerini acaba hak olandan iyice uzaklaştırmış olabilir miyiz? Bir düşünelim Peygamberimizin tebliğ ettiği kimseleri o kimselerin nasıl azgınlıktan dönüp önde gelenlerden olduğunu bir hatırlayalım…

Ömer b. Hattab değil miydi zamanının müşriklerinden olup da kardeşi ve eniştesinin duruşuna şaşırıp müslüman olan; Ebu Süfyan değil miydi 20 yıl küfürde inat edip sonra yine bu yaşanılana karşı koyamayıp iman eden? Bunca küfürden, zalimlikten dönüp iman eden boş yere iman etmedi. Allah bir emir göndermişti ve gerçekten bunu yaşayan hayatlarını buna yönelik şekillendirenler vardı. Bu yaşantı etkiledi insanları ve yaşanılmaz bir çağrı olmadığını gördüler. İmanlarının önünü açtı işte bu yaşantılar. Oysa biz şimdi kafalarımızda yarım yamalak örtülerle insanları tesettüre, eksik olan namazlarımızla insanları namaza, yalanlar çıkan ağzımızla insanları doğruya çağırmaya çalışıyoruz. İşte bu yüzden de ne gönüllere giriyor söylemlerimiz ne de insanlar iman edebiliyor bu uyuşmazlıklara…

Rabbimiz bu halimizi bilip bizi uyarmamış mıydı? “Ey iman edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?” (Saff;2) O halde bizler yapmayacağımız şeyi değil; yaptıklarımızı söyleyeceğiz. Allah-u Teala’nın söylediklerini yapacağız ve yaptıklarımızı söyleyeceğiz ki Resulullah’ın yolundan gidebilelim, onun metoduyla insanları İslam’a davet edelim. Böyle yapabilelim ki küfürle kor olan yüreklere iman nuru serpip o yürekleri hak yolda filizlendirebilelim… Kendinizi koyun şimdi o insanların yerine: Yalanlar söyleyen, başkalarının ardından sürekli iftiralar yahut dedikodular eden, hakka giren insanların sözlerine itimat eder miydiniz?

İnandığı şeyin kusursuz olduğunu söyleyip sonra söylediklerini yaşamayan buna sebepte nefsine zor geldiğini söyleyen birinin inancını kusursuz görebilir miydiniz? Yapamazdınız… Eğer insanlara bu dinin kusursuz olduğunu göstermek istiyorsak dini inşa etmeye çalışmak yerine; kendimizi inşa edip kusursuz olmalıyız. Müslümanın kusursuz olduğunu bu kusursuzluğun sebebinin İslam olduğunu göstermek zorundayız. Bu davayı yüklenmeli ve bu davanın yaşanıldığını göstermeliyiz. “Bu devirde bunlarda yaşanır mı ya..?” söylemlerine inat bu dini indiği şekline uygun yaşayıp, yaşanabildiğini göstermek zorundayız. İman ettiğimizi söylediğimiz şeye ilk önce biz iman edeceğiz; sonra iman ettiğimizi yaşayacağız. Tebliğ edeceğimiz vakit sözlerimizden önce yaşantımız bu dini tebliğ edecek; yoksa yaptığımız ancak gönüllerdeki küfrü azdırmak olacaktır… Evet belki bu yolda yorulacağız, belki bu yolda yıpranacağız, bu yolda yaralar alacağız ama; “Gevşemeyin, üzülmeyin, gerçekten inanmışsanız, mutlaka siz üstünsünüz.” (Ali İmran 139) Bizler Rabbimizden gelen emirlerle yaşayıp bu emirler uğruna çekilmesi gereken ne varsa çekeceğiz. Yeri gelecek yine Rabbimiz bizi sukuna erdirecek, yorulduğumuzda yine Rabbimizden yardım dileyeceğiz. Çünkü bu dava ancak bu şekilde büyüyecek, bizler ancak derdi dert edindiğimiz sürece bu dava içinde yer alabileceğiz. Yoksa insanlara hikayeler anlatan, uykularında masallar söyleyen kimseler olarak kalacağız…

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !