Çok zor zamanlarda yaşıyoruz. Musibetler üzerimize yağmur misali yağıyor. Salgınlar, savaşlar, kıtlıklar ve korku. Haber kanallarının, siyasilerin, aydınların(!), konu komşunun her daim yüreklerimizde diri tutmakta yarıştıkları korku…

Büyük ve yenilmez düşmanlarımız var. Öyle ki, kazandığımız zaferleri dahi kabullenemeyip ‘bize karşı planladıkları oyun’ bildiğimiz yüce düşmanlarımız…

Tabii, büyük resmi görüyoruz, sonuçta salgınları da savaşları da planlayan şu bir avuç zengin aile değil mi?! Karanlık odalarda dünyanın kaderini yazanlar zihinlerimizi, kalplerimizi kontrol ediyorlar. Elektromanyetik dalgalar, çipler, aşılar, meyveler, sebzeler…

Doktorlar birleşmiş, sağlığımızı ilaç şirketlerine peşkeş çekiyorlar. Hastanelerse koca bir senaryodan ibaret… Asla güven içinde değiliz. Nasıl olalım ki?! Göremediğimiz her kapının arkasında bir düşmanımız bizim için tüm incelikleriyle tasarlanmış planlar yapıyor.

İslam ümmeti perişan(!)… Bilimde, teknolojide geri kalmışlığı bir yana artık eski izzetine kavuşacağına dair hiç umut kalmamış… 

Tüm bu kinaye ile neden mi bahsediyorum? İşte bu: Bizim mahallede hüküm sürmeye çalışan “Korku İmparatorluğu”. Tevhidimizle karşısında durmamız gereken bir diğer tağuti düzen.

Allah azze ve celle bu ümmeti öyle bir dinle izzetli kıldı ki; bu ümmet yeryüzündeki tüm umudu yüreğinde taşısın.

Tevhidimizle yeryüzündeki tüm insanlar toplansalar da, bu ümmete Allah’ın dilemediği bir zararı dokunduramayacaklarına ve Allah’ın dilediği bir hayrı engelleyemeyeceklerine iman ettik. 

Biz kaza ve kadere iman ettiğimizi ikrar ederken, hayrın ve şerrin ancak Allah’ın bizim için yazmasıyla başımıza geldiğine, düşmanın bundan zerre payı olmadığına iman ettik.

“Çok her zaman azdan iyidir” ideolojisine inat, bir dirhemin yüz bin dirhemi geçtiğine iman ettik. Hani Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuştu da, ashab-ı kiram: “Bu nasıl olur?” diye sorduklarında, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi: “ Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesai, zekat, 49)

Zaferin sayıca, malca çokluktan gelmediğine iman ettik Huneyn gününde. Ve bu iman “Düşman böyle güçlüyken bize düşen sadece yenilgidir” demekten bizi alıkoyacaktı.

Allah azze ve celle günleri düşmanla aramızda döndürürken de, temizimizi pis olanlardan ayırt etmek için bizi imtihan ederken de, acı çekerken, kan ve gözyaşı dökerken de; canımızı, malımızı, vaktimizi ve Allah’ın bize verdiği tüm nimetleri feda etmede Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi olacağımıza söz verdik, “Muhammedun Rasulullah” derken.

Bu ümmet Rabbinin kitabını tilavet edip de O’nun hidayet ve nuruyla kalbini fitnelerden arındırdıkça, bollukta ve darlıkta Rablerine tevekkül edip, işlerinde sebat ettikçe, kötü sondan korkarak Rablerine tevazuyla boyun eğdikçe umut ve azim kalplerinde tükenmez.

Rabbimizin vaadi iki güzellikten biriyken bu ümmetin hali ancak hayr ve bereket olacaktır;

Ya Galip, ya Şahid!

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !