"Feda" etmeyen "Fedai" olamaz!

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Dünya her zaman insanları farklı dönemlerde farklı uğraşılarla oyalamıştır. Bugün gelmiş para olmuş, çocuk olmuş, ev olmuş, makam olmuş şu olmuş bu olmuş. Ama uğraşılar hiçbir zaman bitmemiş, oylayıcılar durmamış hep bir oyalanma uydurmuştur. Derdi olmayan, davası olmayan zaten bu uğraşlar içinde kaybolup giderken; dava sahibi olanlar dert sahibi olanlar ise dünyayla savaş içine girmişlerdir…

Peki öyle ise dava nedir? Dert sahibi olmak ne demektir? Dert nedir? Dava; basit anlamıyla bir kimsenin bir amacı olması, bu amaç doğrultusunda hayatını da bu davaya yönelik şekillendirmesidir. Dert ise; bir kimsenin bir sebepten kendini paralaması, dert edindiği şeyin uğrunda kendini adamasıdır…

Feda etmek bir şeyden belli bir amaç için vazgeçmek iken; fedai bir amaç için her şeyi yeri geldiğinde canını bile feda eden insan demektir. O halde soruyorum biz Müslümanlara bizim derdimiz nedir yahut bizim davamız nedir? Davamız, derdimiz var mıdır? Derdi yüklenmeyen kimse kendini davaya feda edebilir mi..?

Müslümanın davası İslam, derdi ise bu davasını Rabbi tarafından istenen şekilde yaşamak, yaşanılmasını sağlamaktır… Bunun dışında olan her gaye ancak dünya için, nefis için yapılan eylemlerdir ki bunların Allah katında bir değeri yoktur. Ancak sırtımıza yüklendiğimiz ağırlıklardır. Peki dava sahibi olan insan, dert sahibi olan bir insan nasıl davranır? Nasıl davranmalıdır düşünüyor muyuz? Diyelim ki bir hastalık geldi başımıza o hastalıktan başka bir düşüncemiz yahut tedaviden başka bir derdimiz olur muydu? Ve yahut evlenmek üzere olduğumuzu düşünelim evlilik telaşından, eşya, düğün telaşından başka bir derdiniz olur muydu? Bir evladınız olduğunu düşünün, o evladınızın bir sıkıntısı bir isteği olduğu zaman evladınızdan başka bir derdiniz olur muydu? Okullu olanların sınav zamanlarında sınavlardan başka bir derdi oluyor mu? O halde dünyaya yalnızca Allah’a kul olmak için gelmiş kardeşim senin İslam davan; hastalığından, evliliğinden, evladından, okulundan aşağıda mı ki hep öteleniyor. Neden bu davayı hep başka dertlerinin ardına atıyorsun? Evinden kalan, işinden kalan, eşinden kalan, okulundan kalan birkaç saatlik zamanda mı Müslüman oluyorsun ki ancak boş zamanlarında davan geliyor aklına? Boş zamanlarda yaptıklarınla gerçekten bu zor davanın bir neferi olup ödülü olan cennete kavuşabileceğini gerçekten düşünüyor musun? Üzgünüm kardeşim İslam’ı boş zamanlarında hatırlayanlar cenneti de uykularında görürler…

Örneğimiz olan Rasulullah böyle mi yüklenmişti bu davayı? Bizim yaptığımız gibi yapıp ailesinden, işinden, evlatlarından kalan zamanlar da mı peygamberlik yapmıştı? O değil miydi en güzel ailenin reisi olan, o değil miydi bir devletin reisi olan, o değil miydi birbirinden güzel evlatlara sahip olan? Peki Resul’ün önceliği neydi? Rabbinden gelen emirler mi yoksa geri kalan her şey mi? Tarih, insanlara masal olsun diye anlatılmaz; dönüp bakıp ibretler almak için vardır. Hele ki o tarihte Rasulullah var ise, bu daha da anlamlıdır. Efendimiz değil miydi sırf bu dava sebebiyle öldürülmeyi düşündüğü halde; “Sağ elime güneşi, sol elime ayı bile verseniz ben asla dinimi tebliğ etmekten vazgeçmem” diyerek dünyayı elinin tersiyle itip malı feda eden, kendini feda eden..?

Yine o değil miydi binlerce kez kovulduğu kapılara sadece Allah rızası için giden, nefsini feda eden, Allah’ın emri için sevdiğinden feda edip sevdiği şehirden ayrılan..?

Dava uğruna, Rasulullah uğruna, elini feda eden Talha b. Ubeydullah; malından evlatlarından hatta en sevgilisinden fedakârlık eden Hatice b. Huveylid; babasından ailesinden fedakârlık eden Abdullah b. Süheyl... Bu güzide isimler, tarih kitaplarında kahramanlar değil; ancak bizim örnek alıp olması gerekeni göreceğimiz şahsiyetlerdir. İşte bu din; böyle güzel insanların fedakarlıklarıyla, böyle güzel insanların omuzlarında yüceldi…

Şimdi bizler haftalık birkaç saatlik derslerle, belki bir iki sohbet dinlemeyle bazen sokaklarda bağırmayla bu dini yaşadığımızı sanıyoruz. Ne yazık ki asıl olan bu değil, Allah-u Teala’nın yaşamamızı istediği de bu değil. Fedakârlık diyoruz, diyoruz da acaba fedakârlık mı bu yaptıklarımız? “Muhakkak ki Allah, Mü'minlerin mallarını ve canlarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Tevrat’ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak bir vaadidir. Kim Allah'tan daha çok ahdini yerine getirebilir? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe;111).Bu ayet önümüzde bu kadar açık dururken, gerçekten fedakârlık mıdır yaptığımız?

Bizler Cennet karşılığında Allah-u Teala’ya dünyamızı sattık. Bu ne güzel alışveriştir. O halde hala bizi ahdimizden alıkoyan nedir? Neden hala dünyaya meyledip, hala sattıklarımızın peşinden koşuyoruz? Eğer Cenneti istiyorsak, eğer yaptığımız pazarlıktan hakkımızı istiyorsak da Rabbimize dünyada adanmış olmak zorundayız. Günlük sıkışıklarda yapılan ufak tefek hallerle bu davaya nefer olunmaz, önceliklerimizin en sonuna koyduğumuz dinle de Müslüman olunmaz! Cennet yalnızca Allah için her şeyini feda eden, Allah’ın fedailerinin hakkıdır! “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Ali imran;92)

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !